Öncelikle cezaevi
müzesi ve bebek... Bebeği bu müzeye götürmenin bir sakıncası olabilir mi, bilmiyorum.
Ama ben oğlumu götürdüm. Henüz bu müzede gördüklerinden bir şey anlamadığını
düşündüğüm için açıkçası biraz rahattım. Sadece müzenin tecrit bölümündeki
sesler nedeniyle etkilenebileceğini düşündüm ki ben etkilendim. O sebeple
tecrit kısmını hızlı geçtik.
Bebekle ilgili ikinci
bir konu, müzenin içinde çok fazla merdiven olduğu için bebek arabası
kullanılamıyor. Ayrıca, Hilton koğuşunun üst katına da bebekle çıkmak zor olabilir
çünkü merdiven çok dik.
Son olarak da koğuşlar
çok soğuk, özellikle kışın gidecekler için bebeğin sıkı giydirilmesi elzem.
Müzeye dönersem, açıldığı
2011 yılından beri görmek istediğim Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ne gitmek sonunda nasip
oldu. Ulucanlar Cezaevi, 1925 yılında Türkiye’nin ilk hapishanesi olarak inşa
edilmiş. 2006 yılında kapatılmış ve geçen onca senede bir yığın insan, bir
yığın infaz, bir yığın isyan, bir yığın ölüm... Bir yığın da siyasi tarihimizde
yer alan önemli insanlar kalmış cezaevinde, sadece siyasiler değil tabi,
gazeteciler, yazarlar, şairler, Deniz Gezmişler, Erdal Erenler... Koğuşlarda,
isimler ve hayat hikâyeleri yer alıyor. Ayrıca, duvarlarda o dönemin gazete
haberleri, en çok da isyanlara dair, gayet etkileyici bir şekilde sergileniyor.
Gidilip görülmesi
şiddetle tavsiye edilir. Bu arada cezaevinin hemen yan tarafında, cezaevi
bahçesinden çıkmadan, Ulucanlar sanat sokağı var. Sanat sokağı, Hamamönü’ndeki
gibi, bir çok atölye var. Resim, ebru, cam, vb. İlgilisine...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder